Sosyal Medya

Güncel

Bu elim olay neden yaşandı, İslamı kim, nasıl araçsallaştırdı? 15 Temmuz ve "İslâm’sız Müslümanlığın" öteki yüzü

15 Temmuz’da yaşadıklarımızı daha evvel birisi bize fantastik bir hikâye olarak anlatsaydı ve sonunda da, “Bir gün bu ülke böyle bir hâdise yaşayacak”, deseydi ona sadece gülerdik yahut bu kadar saçmalayan bir adamı bir an önce başımızdan savmaya bakardık, tartışmazdık bile…



Hattâ o kadar ki, bildiÄŸimiz “klasik” darbelerden birinin yapılacağına dahi ihtimâl veren herhangi bir kimseyi ciddiye alıp da dediklerini can kulağıyla dinleyecek olanlar aramızda herhalde yüzde bir filân ancak çıkardı.
 
Bırakın 27 Mayıs’ı, 12 Eylül’ü yahut 60’ların baÅŸlarındaki Talât Aydemir kalkışmalarını, 28 Åžubat gibi “post-modern” bir müdahaleye bile ihtimâl vermezken başımıza 15 Temmuz gibi bir “fâciâ” nasıl geldi?
 
Önümüzdeki en az 30 sene bu suâlin cevabını aramaya devam edeceÄŸiz. Kimse zannetmesin ki, bu hâdise içimizdeki “sapkın” bir cemaatin canı “hâin” olmayı çektiÄŸi için dışarıdaki “düşman”la iÅŸbirliÄŸi edip devlet ve memleketimizi ele geçirmeye kalkışmasından ibârettir!
 
Doğru suâlleri sormak
 
Ä°lk önce “doÄŸru suâller” sorarak düşünmeye baÅŸlamak zorundayız.
 
Pensilvanya’da oturan hasta ruhlu ve kibir heykeli, Yakın ÇaÄŸ’ın en “vasıflı sahtekâr”ı baÅŸta olmak üzere, kendilerini onun “havârî”leri gibi gören üst ve orta kademedeki avenesinin tamamı bu topraklarda doÄŸup büyüdüğüne göre, sorulacak ilk mantıklı suâl ÅŸudur: Biz cemiyet ve memleket olarak bu kadar “kariyer sâhibi psikopat”ı nasıl yetiÅŸtirdik? BaÅŸka bir ifâde ile (alt kademedeki sempatizan ve hakikaten “saf” yahut sâfiyetli unsurları bir tarafa koyarak) bu zümrenin sergilediÄŸi melânete bakınca, “Bu Kur’an’sız, Peygamber’siz, hâsılı Ä°slâm’sız Müslümanlık bin senelik Ä°slâm toprağında nasıl yeÅŸerdi?”
 
15 Temmuz’un zihnî, tarihî ve kültürel 'zemin'ine dikkatli bir gözle bakınca açıkça görebiliyoruz ki, 'yara'mız esasen 'içeri'de ve 'derin'de.
Ya aldatılmışlığımız?
 
Hepimiz yahut birçoğumuz az veya çok aldatıldık. Bu nasıl oldu, bizler kendimizi açıkça söylemesek de çok akıllı, zekî, bu tür mevzu ve meseleleri iyi tahlil eden insanlar olarak görürken nasıl böylesine kandık, kandırıldık?
 
Galiba, uzun zaman hiçbirimiz kötülüğün bu mertebesini tasavvur bile edemedik. Bu topraklar bu habîs “örgüt”ten daha yalancı, daha müfterî, daha münâfık, daha hîlekâr, daha nâmert ve “dindaşı”na, “soydaşı”na karşı bundan daha zâlimini, daha “kötü”sünü henüz görmediÄŸi için aldatılanları da bir ölçüde anlamak lâzım.
 
Uçurumun kenarından döndükten sonra ÅŸuurumuz yeni açılıyor, yeni yeni uyanıyoruz. 2008’de “Ergenekon” kepazeliÄŸiyle baÅŸlayan tahkikat, tevkifât ve mahkûmiyet kampanyalarına bakarak geldiÄŸimiz nokta kısaca şöyle bir ÅŸeydi: Fethullah Gülen, 28 Åžubatçıların akılsızlıkları ile “buradan itilip, oradan da çekilerek” Amerika’ya “kaçtı”, “kaçırıldı”; sonra ise Amerika’nın elinde önce “rehine”,  ardından  “esir” mevkiine düştü; bilahare de tecrid edilerek burada olup bitenler hakkında sahih havadis ve malûmat edinmesine imkân verilmeyen bu “zavallı adam”(!) onların elinde oyuncak ve emellerine “âlet” oldu. Burada “ne istedilerse verilen” adamlarının da kursaklarındaki asker, ordu ve devlet “alerji”sini mübalâğa ederek Türkiye’nin “güvenlik” cihazını felç ettiÄŸini, Orta-DoÄŸu’daki muhtemel geliÅŸmeler karşısında – bu bölgede çok güçlü ve karizmatik bir orduya sahip olması gereken – Türkiye’yi Batı'nın talep ve projeleri karşısında zaafa uÄŸrattığını filân düşünüyorduk.
 
Böyle bir değerlendirmenin ifâde ettiği kötülük az bir şey midir?
 
DeÄŸildir elbette, ama keÅŸke bu hâin zümrenin melânet ve musibetleri bununla kalsaydı. Bundan da öte bir fenalıkla karşı karşıya olduÄŸumuzu, maalesef 15 Temmuz’da ve ardından gelen ifşâat ve malûmatla öğrendik.
 
Gelgelelim, 15 Temmuz’daki “büyük kötülüğe” dâir belki de en büyük gaflet ve hatâmız bu tahribât ve hıyânet hareketinin doktrinal mâhiyet ve zemini üzerinde esaslı ve köklü bir sorgulamayı akıl edip, mühimseyip vakitlice dikkatlere getiremeyiÅŸimizdir. Elbette ki “getirenler” de vardı, fakat –dürüst olalım– biz onları dinleme, anlama ve ciddiye alma fehmini, ferâsetini ve basîretini gösteremedik.
 
15 Temmuz fâciâsına âniden uyandıktan sonra yeni baÅŸtan okumaya ve düşünmeye baÅŸlayınca, Kur’an ve Efendimizin vaz’ettiÄŸi Müslümanlığın “Gülen’ci akâid” içinde, bizzat Gülen eliyle ve Gülen’in Cemaati nezdinde hayli “tahrifât”a uÄŸratıldığını farkediyoruz.
 
Yaramız "içeri"de ve "derin"de
 
Kendisine “hizmet” sıfatını yakıştıran bu “tahrifât, tahribât ve hıyânet” hareketi gökten zenbille inmediÄŸine, “ithalât” deÄŸil, “yerli imalât” mahsûlü olduÄŸuna göre, bu “istihsâl”i mümkün kılan “iklim ÅŸartları, toprak ve tohumlar”, daha kestirme bir ifâde ile 15 Temmuz’un zihnî, tarihî ve kültürel “zemin”ine dikkatli bir gözle bakınca açıkça görebiliyoruz ki, “yara”mız esasen “içeri”de ve “derin”de. Cemaat’in evinde–yurdunda kaldı, okulunda okudu diye, Bank Asya’ya birkaç bin Lira yatırdı diye gariban memurları ihraç edip sokak ortasında bırakmak hiçbir “yara”mızı sarmaz da saÄŸaltmaz da, sâdece altında cerâhat toplar.
 
Asırlarca öncesinden ekilmiÅŸ ârızalı “tohum”ların tamamına yakını kendi “toprağımız”da ve yeÅŸermelerine son derece müsait bir “iklim”imiz de var. Sözü murdar etmeden ve dümdüz söylemek gerekirse;
 
1) Gülen Cemaati bugün için belki “öldü”, ama bilmeliyiz ki, ruhu “istikamet”ten çok “kerâmet”e meraklı diÄŸer bütün cemaat ve dergâhlarda ve onların “Gassâl elinde meyyit” olmaya can atan müntesibleri arasında “kol geziyor”!..
 
2) Dürüstçe çalışıp, ter dökerek kazanıp haysiyetiyle alnı açık, başı dik gezmek, yürümek yerine herhangi bir kanatlı hayvan gibi havalarda uçmanın hayâliyle eteÄŸine yapışacak “ermiÅŸ” arayan bunca miskinin bulunduÄŸu yerde, “the Cemaat” gider, “another Cemaat” gelir; Gülen gider, yerine baÅŸka bir soytarı “Mehdi”liÄŸe soyunur!..
 
3) Åžeyhlerin âlimlerden daha itibarlı olduÄŸu bir memlekette; okuyandan çok “zikir” çekenin, düşünüp soru sorandan çok “râbıta” edenin raÄŸbet gördüğü bir cemiyette ne “Cemaat” biter, ne “Mehdî”nin arkası kesilir!..
 
4) Kâşiflerin, mûcitlerin nasıl çalıştığını, nasıl yetiÅŸtiÄŸini merak etmeyip de “aktâb” ve “agvâs”ın kendilerinden menkûl kerâmet rivâyetlerini ezberlemekle mutmain olan Müslüman semtlerinde keÅŸif de olmaz îcât da; sonunda “zikirmatik”ler bile Çin’den gelir.
 
5) Cenab-ı Allah’ın en büyük nimeti olan aklı küçümseyen, “akıl’ı akıl ile iptal etmek” türünden hezeyanları dillerinden düşürmeyen bilgisiz demagogların “büyük üstâd” muamelesi gördükleri bir câmiâda daha nice “hoca efendi”lerin çıkacağını fehmedememek sâdece ahmaklık deÄŸil, aynı zamanda mes’uliyetsizliktir!
 
Aklı ve düşünmeyi küçümsemek
 
Aklı ve düşünmeyi küçümsemek, Ä°lâhî Kelâm’ın sürekli  “Akletmez misiniz, düşünmez misiniz” hitabı ile muhatap aldığı insanoÄŸluna ve illâ da o “Kelâm”a elçilik eden Peygamber’in ümmetine yakışmaz, yakışmamalıdır!
 
Gülen Cemaati bugün için belki 'öldü', ama bilmeliyiz ki, ruhu 'istikamet'ten çok 'kerâmet'e meraklı diğer bütün cemaat ve dergâhlarda ve onların 'Gassâl elinde meyyit' olmaya can atan müntesibleri arasında 'kol geziyor'!..
Kısacası, “tehlike” ÅŸimdilik geçmiÅŸtir, fakat bitmemiÅŸtir; zîrâ, tıbbî mecazlarla anlatırsak “hastalığın” mikrobunu dışarıdan almadık, bünyemizdeki zaafın eseri bu illet. “Bağışıklık sistemi”mizin zayıflığından ötürü toplumsal dokumuzun uykudaki “habîs” hücreleri harekete geçti, gittikçe daha büyük bir hızla çoÄŸaldı ve bir an geldi ki, kontrolden çıktı; “15 Temmuz” budur! Bu arada “bağışıklık mekanizmaları”nı kendi elimizle çökerttiÄŸimizi, “habîs” hücreleri sürekli “besleyerek”, “ne istedilerse vererek” kudurttuÄŸumuzu da unutmayalım ki, uykudaki öbür “hücre”leri de “glikoz”la besleme gafletine bir daha düşmeyelim (Habis hücrelerin en sevdiÄŸi ÅŸey glikozdur; glikozu emdikçe daha hızlı çoÄŸalırlar, çoÄŸaldıkça daha çok glikoza ihtiyaç duyarlar; inanmayan Otto H. Warburg’un “glikogenesis” teorisine baksın.).
 
Åžu an verilen mücâdele olsa olsa “radyoterapi” ve yahut “kemoterapi” hükmündedir ve aslâ kalıcı bir iyileÅŸme saÄŸlamaz; çünkü, hastalığın “netice”lerini yok etmeye dönüktür, “sebep”lerini ortadan kaldırmaya deÄŸil. “Bünye”mizin bağışıklık sistemini ciddî biçimde onarmak ve tahkim etmek zorundayız; aksi takdirde güçsüzlüğü sebebiyle ÅŸimdilik uysal, ama tabiaten habîs hücrelerin güçlenince uyanıp çıldırmalarına nasıl mâni olacağız?
 
Bu “mesele” karşısındaki tavır ve bakış açımız, sâdece darbe ve kalkışmaları önleme yahut demokrasiyi koruma kaygısı ile de sınırlı kalamaz. Medeniyet iddiâmızın “ontolojik” temeli bu “mesele”nin hâlline baÄŸlıdır. Hâlâ kaldıysa öyle bir azmimiz, yeni bir medenî hamleye giriÅŸebilmemizin “olmazsa olmaz” ÅŸartlarının en başında bu meselenin çözümü geliyor. Bu da her ÅŸeyden evvel çok meÅŸakkatli ve uzun bir tefekkür ve “tecdîd” vâdisinde sabır, tahammül ve ısrarla yürümeyi gerektirir. O kadar ki, en az birkaç neslin ömrüne ancak sığabilecek devâsâ bir “mesâî” demektir bu.
 
Kimi eski Mısır’dan, kimi eski Yunan’dan, kimi eski Ä°ran ve Ä°lkçaÄŸ Mezopotamya’sının  bâtıl düşüncelerinden arta kalıp itikâdî ve amelî dünyamıza, zihiniyet âlemimizin derin katlarına sirâyet ve nüfuz etmiÅŸ bin küsur senelik bid’at ve hurâfelerin temizlenmesi, “Kelâmullah” ile hiçbir alâkası olmayan bu tarihî–kültürel cürûftan Müslüman zihinlerin kurtarılması, Ä°slâm târihinin –Efendimizin mücâdelesi hariç– belki de en büyük iÅŸidir.
 
Çok şükür ki, Kur’an-ı Azîmüşşân bozulmamış olarak bu güne kadar geldi; ne mutlu ki, Efendimiz’in mübârek hayatı ve sahih sünnetini nakleden doÄŸru kaynaklar var elimizde ve ne iyi ki, Hz. Ali’nin nasîhâtleri de ulaÅŸtı bize kadar; Ebû Hanife ve Ä°mam-ı Mâturidî gibi öncekilerin ışığını dosdoÄŸru yansıtan parlak “ayna”larımız da mevcut…
 
Ümidvâr olmak için bütün bunların yetip de artması gerekmez mi?!
 
Gerisi, Allah rahîm ve kerîmdir…
Mustafa Çalık, 1956’da Gümüşhane’de doÄŸdu. 1978 yılında Ankara Ãœniversitesi 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.